İngilizce’de ‘play’ ve ‘game’ kavramları Türkçe’de isim olarak ‘oyun’ diye çevriliyor ancak arada önemli bir fark var. ‘Game’de bir kural, bir amaç varken; ‘play’de yok. Play’in insanların rahat bir şekilde, herhangi bir amaç ya da kural olmadan oynaması olduğu söylenebilir.
Şöyle düşünelim, bir balon, balonu sınıfın ortasına bırakıyoruz, “çocuklar oynayın” diyoruz, elleriyle balona vuruyorlar ve oynuyorlar. Ne zaman ki çocuklara, “balonu yere değdirmeyin” denilirse o zaman ‘play’ birden ‘game’ oluyor. Hatta daha eğlenceli hale getirmek için aralarından iki kişi seçip, “sizler de balonu yere düşürmeye çalışacaksınız” denilirse oyuna ‘engel’ eklenmiş oluyor. Hatta buna süre de ekleyip, “1 dakikanız var, bu süre içinde balon yere değmeyecek” talimatı da verilebilir. Şimdi düşünün ki bu balonlar farklı özelliklere sahip, her bir balonun üzerinde değişik konular ya da cevaplar yazıyor ve çocuklar doğru balonu özellikle yere düşürmemeye çalışıyor. Böylelikle oyun eğitsel hale geliyor.
Bunun gibi oyunları öğretmenler sınıflarında kullanıyorlar, kullanmalılar ve oyunun gücünden eğitimde de yararlanmaları gerekiyor. Eskiden oynanan çok güzel oyunlar vardı, bunları bile hatırlayıp “nasıl derslerimde kullanabilirim” diye düşünseler, bir başlangıç olur.
‘İsim-şehir’ derslerde kullanılabilir
Oyunlaştırma ise; elementlerin oyun olmayan bir ortamda kullanılması olarak ifade edilebilir. Aslında tanımlar hep bu şekilde geçiyor ancak dikkat edilmesi gereken nokta şu, ‘oyun olmayan ortam’dan kasıt aslında ‘play’ olmayan bir şekilde kullanılması. Yani oyunlaştırmada aslında bir oyun (play) yok. Ama oyunların içerisinde olan birçok oyun elementi kullanılabilir. Bunlardan bazıları puanlar, başarılar, ödüller, geri bildirim, içerik açma, liderlik tablosu, koleksiyon, rozetler, avatar, seviyeler, kombolar, rastgelelik, hikâye gibi. Bunlar birbirleriyle uyumlu ve pedagojik olarak uygun bir şekilde eğitimde kullanıldığında da eğitimde oyunlaştırma yapılmış oluyor.
Eğitimde oyunlaştırmayı çok güzel bir örnekle, biraz sizi eskiye götürerek açıklayayım. Hatırlarsınız, isim-şehir-bitki-hayvan-eşya-artist oyununu. Aslında tam bir oyunlaştırmadır, çünkü orada oyun oynamazsınız yani ‘play’ yok ama oyun elementleri var. Örneğin zamana karşı yarışırsınız; belirli kurallar, puanlar ve rastgelelik var. Çünkü hangi harfin çıkacağını bilmezsiniz ‘A’ diye başlayıp içinizden “dur” denilene kadar sayarsınız. Ayrıca aynı cevabı bulanlar az puan alırken, farklı cevaba ulaşanlar daha çok puan alırdı. En sonunda puanlar toplanır, bir skor elde edilir, o puanlar toplanır, kazanan belli olurdu. Bu oyunlaştırmayı derslerde öğretmenler konularına göre kullanabilir, sütun sayısını artırabilir veya azaltabilir, dersine göre içeriği değiştirebilir… İşte size eğitimde oyunlaştırma.
Ödül ve ceza motivasyonu düşürebilir
Oyunlaştırma istenilen bir davranışı motive etmek amacıyla kullanılıyor. Dolayısıyla en temelde davranışçı yaklaşım odaklıdır. Dolayısıyla eğitimde oyunlaştırmayı kullanırken dikkat edilmesi gereken noktalar var. Cezayı zaten dahil etmemekle birlikte özellikle oyunlardaki ödül, rozet, liderlik tahtası gibi elementlerin eğitimde mümkün olduğunca kullanmaması gerekiyor. Bir öğrenciyi motive etmeye çalışırken diğerlerinin motivasyonu düşürüldüğünde ve o öğrenciler kaybedildiğinde geri kazanmak çok zor hale gelebilir.
Düşünün ki, bir anne-baba çocuğuna diş fırçalama alışkanlığı kazandırmaya çalışıyor ve bunun için de oyunlaştırmadan yararlanmak istiyor. Çocuğuna “5 gün boyunca dişlerini fırçalarsan hafta sonu sana oyuncak alacağım” diyor. Çocuk oyuncak almak için 5 gün dişlerini sorunsuz fırçalıyor, buna karşılık oyuncağı da alınıyor (ödülü veriliyor). Ancak sonraki hafta dişlerini fırçalama vakti gelip, “Eğer dişlerimi fırçalarsam ne alacaksın?” diye sorduğunda, anne-baba aslında o anda nasıl bir yanlış yaptığını fark eder.
Halbuki ona dişlerini oyuncak için değil, diş sağlığı için fırçalaması gerektiğini, bunun kendi sorumluluğu olduğunu, ne gibi yararları olacağını, fırçalamazsa ne gibi zorluklar yaşayacağını güzel ve detaylı bir şekilde anlatmak daha faydalı sonuçlar ortaya çıkarır. Aynı durum ödevler için de geçerli. Ödevi bir ödüle bağlamak yapılacak en büyük yanlışlardan biri.
Oyunlaştırma kısa vadede davranışları görmek için olumlu sonuçlar verebilir, ancak uzun vadeli bir sonuç için çözüm değil. Ek olarak, oyunlaştırmada ödül kullanımı bir davranışı tetiklemede işe yarar gibi görünüyor, yani çocuk derste rozet almak için sınıfını temiz tutuyor ancak evde elindeki çikolatanın kağıdını ortalık yerde bırakabiliyor. Dolayısıyla puan/rozet/ödül alacağı ortamda o davranışı sergilerken başka yerlerde aynı performansı göstermeyebilir.
Önemli olan davranışı içselleştirmek
Asıl önemli ve zor olan ise bu davranışları içsel motivasyona dönüştürmek; yani çocuğun kendiliğinden, herhangi bir dışsal motivasyona bağlı kalmadan, yerdeki çöpü almasını ve onu çöpe atmasını sağlamak. Aynı şekilde kendi kendine ödevini bir sorumluluk olarak anlamlandırıp, siz söylemeden veya bir ödüle bağlamadan bunu yapması. Dışsal motivasyonlar, kişiden kişiye değişmekle birlikte, bazen davranışı içsel motivasyona dönüştürebilir. Aynı şekilde her dışsal motivasyon, herkesi motive edecek diye bir genelleme de yapılamaz. Yani çikolata, her gün çikolata yiyen bir öğrenciyi motive etmeyebilir ya da puan, zaten başarılı olan bir öğrenciyi motive etmeyecektir.
Bir diğer elementi ise çok basit bir şekilde şöyle örneklendirelim, sınava girerdik, sınavdan sonra kimin kaç puan aldığı, sizin en yüksek puanı alıp almadığınız, arkadaşlarınızı ya da en yakın arkadaşınızı geçip geçmediğiniz, sınıfın kaçıncısı olduğunuz çok daha önemli hale gelirdi (dışsal motivasyon). Asıl önemli olan öğrenip öğrenemediğimiz, hangi konularda eksik olduğumuz, hangi konuları daha çok çalışmamız gerektiği değildi, hiçbir zaman da olmadı neredeyse (içsel motivasyon). Ama oyunlarda ve oyunlaştırmada çok sık kullanılan ‘liderlik tablosu’ndaki yerimiz bizim için önem taşıyordu, tablonun yukarısında olanlar için üst sıralara çıkma yarışı varken, alt sıralardakiler ise “nasılsa biz hiç başaramayız bari dersten geçmeye bakalım” şeklinde düşünüp derse yönelik motivasyonlarını kaybediyorlardı.
Onları yarıştırmak hırsa ve çıkar çatışmasına dönüşebilir
Öğrencilerin birbirleri ile yarıştırılmaları bunun rekabete, hırsa ve çıkar çatışmasına dönüşmesine, birbirleriyle dalga geçmelerine neden olabilir. Özellikle küçük yaşlarda, öğrencilerin henüz bu gibi durumları duygusal olarak anlamlandıramadıkları ya da yanlış anlamlandırabilecekleri seviyede oyun elementlerini derslere entegre etmemek daha doğru olur. Ancak daha büyük çocuklarda ve yetişkinlerde oyunlaştırmanın işe yaradığını kanıtlayan örnekler ve akademik çalışmalar da mevcut. Eğitimde oyunlaştırmadan ille de yararlanacaksak becerilere odaklanmak daha akılcı olabilir. Problem çözme, eleştirel düşünme, yaratıcılık gibi becerileri teşvik etmek için oyunlaştırmadan yararlanılabilir.
Bu noktada, şunu da belirtmek gerekiyor, kesinlikle öğrencilerin doğru davranışlarının pekiştirilmemesi, yanlış davranışlarının düzeltilmemesi gerektiği savunulmuyor. Onların bireysel özellikleri göz önünde bulundurularak, davranışlarıyla ilgili anlık, düzenli ve eksikliklerine yönelik tamamlayıcı geri bildirimler verilmeli. Bu sayede, öğrenciler pekiştiricilere bağımlı hale gelmeden, iç denetimli bireyler olabilirler. Ancak o zaman öğrenci kaç aldığını, ya da sonucunda karşılık olarak ne alacağını değil, nerede yanlış yaptığını ve neyi düzeltmesi gerektiğini merak eder.
Oyunda kalın, oyunla kalın, bir de çok fazla sokağa çıkamayan günümüz çocuklarıyla özellikle fiziksel oyunları çok oynayın.
Yazar: Yrd. Doç. Dr. Yavuz SAMUR – Bahçeşehir Üniversitesi
Kaynak: Hürriyet
Bir yorum bırakabilirsiniz